Sonbahar..
Şehirlerin tekdüze grisine inat, en güzel turuncularıyla, en tatlı kırmızılarıyla gelmiş doğaya sonbahar.. Ve ben iyi ki Ozan’ı dinlemişim yine.. Onunla beraber dağa yürüyüşe gitmiş ve o güzelim vişne bahçesini, o tatlı kızıl yaprakları görmüşüm.. İyi ki..
Mikrodalga fırınım geldi.. Hem de sipariş verdiğimin ertesi günü!! Bu süper hızlı gönderi ve kaliteli hizmet için “hepsiburada.com“a teşekkür ediyorum.. Ben fırını, sitedeki yorumlara güvenerek ve küçük çaplı bir piyasa araştırmasının ardından aldım zaten.. Fiyatı gerçekten çok uygundu..
Biriniz sormuştunuz ne aldığımı,
şu modeli aldım.. İki gündür kullanıyorum ve çok memnunum açıkcası.. Yarım dakikada sütü ısıtıyor, ısıttığım bardakla içiriyorum Yusufcuğa.. Cezve çıkar, başında bekle derdi yok 😛 Pazar sabahı da hem bir gece önce yaptığım börekleri hem de ekmekleri ısıttım, ikisi de yeni pişmiş gibiydi, süper :)) En son bu akşam buzluktaki dolmaları çıkardım ve 20 dakikada hazırdı!! O buzu çözüp ısıtana kadar ben diğer şeyleri hazırlayamadım bile!! Yani kısacası, iyi ki almışım..
Gelelim mikrodalga fırınların zararlarıyla ilgili yorumlarınıza.. Gayet paranoyak bir kişilik olarak, böyle şüpheli bir aleti evime sokmadan önce derin bir araştırmaya giriştim merak etmeyin :)) İnternette onlarca yazı okudum ve en son da sevgili kocacığımın “Ya biz bu konuyu derste bile işledik.. Bu fırınlar, yiyeceklerin içindeki su moleküllerinin yüksek hızda titremesini sağlayarak ısıtıp pişiriyor, zararlı ışınlarla falan değil..” diye teminat verince almaya karar verdim.. Mikrodalga fırınların nasıl çalıştığıyla ilgili
bu yazıya göz atabilirsiniz.. Lütfen okuyunuz, çok güzel ve açıklayıcı.. Rica ediciim, bilmeden etmeden “zararlı” diye kalplerini kırmayın bu hamarat fırıncıkların 😛 Dikkat etmeniz gereken tek şey çalışırken önünde durmamak ve kapağını açmamak..
“Zararlı” kategorisi altında da şu yazıyı buldum ama okuyunca göreceksiniz zaten, bahsedilen zarar mikrodalga fırının kendisinden değil de gıdaların uygun pişirilmemesinden meydana geliyormuş.. Bir diğer yazıda da birkaç çocuğun mikrodalgadan aldıkları bardak ya da tabaktan yandığı yazıyordu ama burada da suç fırında değil zaten.. “Zararlı” başlığı altındaki yazılar genelde bu haberlerden oluşuyor.. Tamam da ben şunu anlamıyorum, o zaman ilk önce kullandığımız ocak ve büyük fırınları atmamız lazım evden.. Ya da su ısıtıcıları ve elektrikli sobaları.. Onlarla yaralanan çocuk sayısı eminim ki çok daha fazladır.. Ama olmaz!! Bunlar kullanmaya “alışkın” olduğumuz şeyler.. Alışkın olmadıklarımıza da hep şüphe duymalı ve başkalarının da bizim bu zayıf noktamızı “zararlı” kelimeleriyle bir kara deliğe çevirmesine izin vermeliyiz..
Bu meseleyi bir sitede okuduğum şu tespitle bitirmek istiyorum, zira bilimsel bir yazıya dönüşmekte bu bölüm 😛
Eğer yaydığı radyasyondan dolayı mikrodalga fırın almak istemiyorsanız bilin ki sürekli kulağınıza dadayıp konuştuğunuz cep telefonları, saatlerinizi karşısında harcadığınız bilgisayarlar ondan kat kat daha zararlı bu konuda.. Başarabiliyorsanız önce onları çıkarın hayatınızdan..
Yusufcukla ben “en tatlı uyuma şekli”ni icat etme konusunda büyük bir gayret sarfetmekteyiz.. Şarkı söyleye söyleye ve “öbe öbe” uyumadan sonra sıra şimdi de “yüz eller arasında” modeline geldi :))
Uyumak için yattığımızda Yusufcuk önce tepişiyor tepişiyor, sonra da iyice uykusu gelince bana yanaşıp koluma yatıyor.. Minik ellerinden birini yanağımın altına diğerini de öbür yanağımın üstüne koyuyor ve “yağki loğle” diyor bana.. Ben şarkı söylerken o elleri yüzümde, ben yüzüm onun ellerinin arasında belki de dünyanın en tatlı uykusuna dalıyoruz..
Gerçi bu aralar bu tatlı uykularımız kabarıp kocaman şişen ve artık gün ışığına kavuşmak isteyen (:P) azı diş yüzünden sık sık ağlamalarla bölünüyor ama olsun.. Bünye alışkın ne de olsa :))
Dün dağa yürüyüşe gittiğimizde Yusufcuk yine öldürdü beni gülmekten.. Öğle uykusu saati çoktan geçmişti ve uzun uzun koşup oynadığından iyice yorulmuştu artık.. Dönüş yolunda, yürürken birden yere oturdu ve ne kadar seslensek de kalkmadı.. En son babası “E hadi ama oğlum, arabaya gidiyoruz bak, gel..” diye ısrar edince şöyle cevap verdi bize..
– Yoyuydum, otuyyom adidik..
Bu “azıcık oturma” kavramını ne zaman, kimden öğrendi inanın hiç bilmiyorum :))
Ondan önceki akşam da “El Sanatları Fuarı”na gitmiştik hepberaber.. Bir ara ben bir incik-boncuk standına daldım, Ozan da sıkıldı ve Yusufcuğu alıp başka bir standa gitti.. Orada ahşap model bir motor görmüşler ve Yusuf tutturmuş babasına motoru al diye.. Ozan da “Paramız yok ama, alamam ki.. Sende var mı para?” demiş.. Tatlışım eğilip pantalonunun ceplerini karıştırmış iyice ve üzgün üzgün “Yok!” demiş babasına.. Sonra da avazının çıktığı kadar bağırmaya başlamış, “Anne deeeelllll, anne paya detiy, motoy ağcaş, deellll..” Alışverişe babasıyla değil sürekli onunla birlikte gittiğimiz için sadece bende para olduğunu zannediyor yavrucak :))
Tekrar buluştuğumuzda Yusufcuk pek bir sevindi beni gördüğüne, meğer sebebi oymuş.. Motorcunun önünden tekrar geçmeden hemen çıktık fuardan :)) Arabada bozuk paraları bulunca çok sevindi “Motoy ağcaş..” diye ama kandırdık bir şekilde.. Çünkü annesi paraları çok tatlı başka şeylere harcadı :))
Bir duayla bitirmek istiyorum bugün..
Rabbim üzerimizdeki nimetleri idrak edebilmeyi nasip eyle.. Onları arttır ve şükrünü hakkıyla eda edebilmeyi nasip eyle..
Amin..